adscode
adscode

Çözüm İstanbulu terk etmek mi

Çözüm İstanbulu terk etmek mi

Sıradan bir sabah, saat 05.30 suları.

Her daim taksi çağırdığım duraktan gelen taksiye biniyorum.

Rota, İstanbul Havalimanı.

Şoförden ilk ricam müziğin sesine dair:

“Biraz kısabilir miyiz?” diyorum.

İkinci ricam ise otobana çıkınca oluyor, “Pencerelerden birini kapayabilir miyiz?”

Çünkü çılgın bir rüzgâr ve yol gürültüsü var.

Bunun üzerine şoför birden öfkelenip sesini yükseltiyor, “Sen” diyor, “Sabrımı mı sınıyorsun? Emir komuta zincirinde miyiz? Onu kapa, bunu yap.

“Hayır” diyorum, “Ne emri? Rica ettim sadece.

“Yok” diyor, çılgın gibi söylenmeye devam ediyor, “Sıkıntı bundan sonrası” gibi cümleler kuruyor, iyice geriliyor.

Ben de geriliyorum ve o an o taksiden inmek istiyorum.

Ama dağ başındayım, inmek de aptalca!

Bu nedenle tüm söyleyeceklerimi içime atıyor ve haklıyken susuyorum.

Havalimanı girişine geldiğimizde -ne ilginçtir- polislerden biri ona kimlik soruyor.

Beyefendi polise de atarlanıyor: “Fırsattan istifade kimlik mi soruyorsun?”

Sağ salim taksiden indikten sonra düşünüyorum. Bir adım ötesi ne olurdu?

Çat diye dönüp suratıma mı patlatırdı?

Gidişat öyleydi çünkü.

Bu olayı esas anlatma nedenim şu:

İstanbul hiçbir zaman kolay yaşanılır bir şehir değildi.

En azından 90’ların sonuna doğru bu şehre geldiğimden beri hissettiğim hep bu oldu.

Kolay değildi evet, ama zorluklarını katlanılır kılan ya da unutturan birçok güzellik vardı.

Basit şeylerden bahsediyorum:

Vapura atlayınca martıların yarışını izlemek ya da dik yokuşlardan inince denizi görmek, deniz kenarındaki salaş mekânda oturup arkadaşınla laflamak gibi...

Üstelik kaosu da bağımlılık yapıyordu.

Hatta nasıl bir şeyse, özlenen bir kaostu bu her zaman.

Ama artık İstanbul bile kendine katlanamıyor gibi geliyor bana.

Şehir kendine katlanamadığı için yaşayan insanları da iyice çileden çıkıyor, kabalaşıyor, saldırganlaşıyor, höt zöt bir tavır içinde sağa sola bulaşıp “sıkıntı yaratmaya” bağımlı hale geliyor.

Bir şehirde kendini güvende hissetmezsen o şehirde yaşamanın anlamı var mı?

Bir de bunun deprem korkusu var.

Hadi diyelim depremden kurtuldun; deprem sonrası şehirde olup biteceklere dair herkesin konuştuğu olası teorilerin yarattığı o sonsuz endişe yumağı ne olacak?

Yüksek kiralar ise bir başka problem.

Çevremde ev sahibiyle davalık olmayan, sorun yaşamayan yok gibi...

Peki çözüm ne?

İstanbul’u terk edip güney kıyılarına yerleşmek mi?

Bunu yapan da çok.

Alıp başını gidenler fazlalaştı.

Daha doğrusu:

Herkes kendi hayatını kurtarmanın peşinde. Bu da çok anlaşılır bir şey.

Çünkü hiçbirimiz İstanbul içinde yaşadığımız problemler için bir çözüm olduğuna inanmıyoruz.

En başta bu inançsızlık insanı yiyip bitiriyor ya.

“Sadece yetişkinler için” uçağı

İtiraf edin:

Uçakta ağlayan bir çocuk tarafından uyandırıldığınız anlarda sadece yetişkinlere özel bir uçakta olmayı mutlaka aklınızdan geçirmişsinizdir.  

O hayal gerçek oluyor galiba.

CNN Traveler’dan Forbes’a kadar birçok yerde yayınlanan habere göre, Türk-Hollandalı havayolu Corendon Airlines, uçaklarında “yalnızca yetişkinler” kısmını hayata geçirmeye hazırlanıyormuş.

Duvar ve perdelerle sessizliği korunacak bu yetişkin bölgede 16 yaş ve üzeri için ayrılmış 93 koltuk bulunacakmış.

Ve tabii bu koltukları tercih ederseniz fiyat da ona göre artacakmış.

Güzel hizmet, kabul.

Ama sırf “ağlayan çocuk”tan kaçınmak için ekstra masraf yapmaya gerek var mı?

Takarsın kulaklığını, dinlersin rock müziğini, ne zırlama duyarsın ne de başka bir dünya sesi...

İlk Yorumu Siz Yapın

Gönder