adscode
adscode

Ve huzurlarınızda Latin bir süper kahraman daha

DC Comicsin sinemada boy gösteren son süper kahramanı Blue Beetle tıpkı Örümcek Adamın animasyon versiyonu gibi özellikle Hispanik seyirciye seslenen bir yapımla karşımıza çıkıyor

Jaime Reyes, hukuk eğitimini bitirir ve baba ocağına döner. Lakin onun yokluğunda ev sahibi kirayı üç katına çıkarmak istemiş (Ah bu ev sahipleri, dünyanın her yerinde aynılar!), aile, evlerinden ayrılma hazırlıklarına başlamış, babasında da sağlık sorunları baş göstermiştir. Jamie, bunca derdin kendisine yansıtılmamasına ilişkin vicdan azabı duyar ve bir an önce işe girmeye çalışır. Tesadüf eseri devasa silah şirketi Kord’ların asi ortağı Jenny’den bir iş teklifi alır. Genç kız, teyzesi Victoria’nın dünyayı ele geçirme planlarını engelleme çabasındadır ve iş görüşmesine giden Jaime’ye saklaması için bir emanet verir. Eve dönüşte aile bu emanetin ne olduğunu anlamaya çalışırken karşılarına çıkan mavi bir böcek formundaki nesne Jaime’nin vücudunu ele geçirir ve yeni bir ‘süper kahraman’ doğar!

Çizgi roman âleminin Marvel’la birlikte iki büyük aksından DC Comics’in karakterlerinden ‘Blue Beetle’, ilk kez 1939’da okur karşısına çıkmıştı. Başlarda kahramanın adı Dan Garret’tı, 1964’te isim Dan Garrett’a dönüşürken 1966’da Ted Kord sahaya sürüldü ve nihayetinde de 2011’de geçmişin üzerine sünger çekilerek ‘Blue Beetle’, Jaime Reyes adında yeni bir kişiliğin üzerinden okurla buluştu. Girişte konusunu özetlediğimiz ve bu ‘süper kahraman’ın sinemadaki ilk yansıması niteliğini taşıyan filmde de Meksika kökenli Reyes’in sıradan bir genç konumundan doğaüstü güçlere kavuşmasının serüvenini izliyoruz.

Artık sadece beyaz, Batılı olarak kodlanan tek bir seyirci profili yok, pazar son derece geniş ve bu genişlik göz önüne alınarak potansiyeli yüksek, çeşitli coğrafyalara seslenen, onların gönlünü alan yapımlar çekiliyor. Meseleyi şöyle açalım; örneğin ‘Örümcek Adam’ın animasyon versiyonunda artık kahramanın genç bir Hispanik olduğunu gördük. Çünkü Hispanikler stüdyolar açısından son derece geniş bir pazar ve bu seyirci profiline göre film üretmek kuşkusuz kârlı bir yatırım. Nitekim ‘Blue Beetle’da da aynı refleksi görüyoruz; Angel Manuel Soto’nun yönettiği yapımda ana karakter Meksika kökenli ve film boyunca Jaime ve ailesi ön planda. Ayrıca diyalogların çoğunda İspanyolca deyimler, terimler var ve bir Meksika dizisine göndermelerde bulunuluyor. Asıl önemlisi de ana karakterin karşısına çıkan ‘kötü adam’ın (Conrad Carapax) aslında Guatemala kökenli olduğunu anlıyoruz.

‘Blue Beetle’ başından sonuna Hispaniklere ve özellikle ABD’de çok zor koşullarda (sınırdan kaçak geçme başta olmak üzere) hayat kuran Meksikalıların dertlerine, tasalarına seslenirken sürekli olarak ‘aile kurumu’nu yüceltiyor. Filmin esas oğlanı hüviyetindeki Jaime fakir ama ailesi sayesinde son derece mutlu bir profil çizerken esas kız da (Jenny) zengin bir babanın evladı olmasına rağmen çocukluğu çok yalnız ve mutsuz geçmiş bir karakter. Bir başka önemli vurgu da ‘Blue Beetle’ın en azılı düşmanını bile öldürmekten kaçınan bir tipolojiye sahip olması. Bu durum film boyunca defalarca vurgulanıyor. Küçük bir ayrıntı; Jaime’yi ele geçiren varlığın ismi de ‘Khaji-Da’.

Öte yandan uçuk kaçık Rudy Amca, eski bir devrimci militan olduğunu anladığımız büyükanne gibi yan karakterlerle renklendirmeye çalışılan bu yapım, belki perdede yeni bir ‘süper kahraman’ görmek isteyen izleyicinin hoşuna gidebilir ama ben genel olarak ‘Blue Beetle’ı vasat buldum.

Son olarak meraklısı için bir not düşeyim; filmin nispeten ilgi çeken yanları Jaime’nin bütün ailesinin gözü önünde farklı bir forma dönüştüğü bölümde karşımıza çıkıyordu. Bu bölümde ben ‘Alien’ havası hissettim, yabancı bir eleştirmen de Cronenberg filmlerindeki metamorfoz sahnelerinin tadını almış.

Stéphane, eşcinsel kimliğini hiçbir zaman gizlememiş, başarılı bir yazardır. 35 yıl sonra, 17 yaşındayken ayrıldığı kasabasına doğru bir yolculuğa çıkar. Bu küçük yerleşim yerinin dünyaca ünlü konyağının 200’üncü yıldönümünde yapacağı bir konuşma vesilesiyle çıkılan bu serüven, geçmişteki yaraların da hesaplaşmasına dönüşecektir.
Phillippe Besson’un 2017 tarihli otobiyografik romanından uyarlanan ‘Bırak Artık Şu Yalanlarını’ (Arrête avec tes mensonges) zengin bir aileye mensup Stéphane’ın bir çiftçinin oğlu olan Thomas’la yaşadığı gençlik aşkının, bir ömre yayılan izlerinde dolaşıyor. Yönetmenliğini Olivier Peyon’nun üstlendiği yapım kimi klişelere göz kırpsa da istediği etkiyi sağlıyor. Kadrosunda Jean-Paul Belmondo’nun torunu Victor Belmondo’yu da barındıran ‘Bırak Artık Şu Yalanlarını’ bir parça ‘The Brokeback Mountain’ı hatırlatırken derdini anlatan, izlenmeye değer bir LGBTQ+ temalı film olmuş...

 

İlk Yorumu Siz Yapın

Gönder