adscode
adscode

Saray icraatlarıyla kendi bindiği dalları kesiyor

Saray icraatlarıyla kendi bindiği dalları kesiyor

Bugün Büyük Taarruz’umuzun yıldönümü olmasının verdiği moral değerlerimizi her zaman için geçerli olmak üzere, kendi kendimize moral vermek üzere atılmış bir başlık olduğunu sanmayın. Saray’ın iktidarını ayakta tutmak üzere atmakta olduğu adımları soluksuz sürdürmek isterken kaynaklarını, yollarını tüketmiş olarak, sonuçta elindeki silahların geri teper olmasına bakarak söylemeye çabalıyorum...

Bu yılın 26 Ağustos’una iktidarları adına “Deniz bitti, yapı paydos” günlerinde girmiş oluyor gibiyiz... Uzatmalar için bile yeterli rüzgârı bulabileceklerini gözlemleyebilmek çok zor. Rusya, Azerbaycan, Katar, Suudiler, çok ama çok palazlandırılmış tarikatlar, cemaatler... Hangi yandaki gelişmeleri akıl, mantık süzgecinden geçirmeye çalıştığımızda... Tükenmişlik sendromunun gerçekleri ile yüzleşiveriyoruz... Bu ülkenin birkaç vurgunculuk, haksızlık, hukuksuzluk paydaşları, bir avuç güç odaklarını bir yana koyduğumuzda...

Yandaşlıktan pay alarak ayakta kaldıklarını, kalacaklarını hâlâ ummaya çalışanlar da içlerinde, bu ülkenin yüzde 90’ların üstündekiler için geçerli olan yaşayabilme koşulları ağırlaştıkça ağırlaşıyor. İnsan gibiyi unutun, ot gibi yaşayabilmek için bile çok emek vermek, çok çalışmak, çokça bedeller ödemek gerek. Ortada çalışabilme koşulları da bulunamadığından, bir o yana bir bu yana savrularak ayakta durabilme çabası içinde, sadece insan olarak değil tüm canlılar için geçerli olduğu üzere, bir o yana bir bu yana savrulup duruyoruz...

İşimiz gereği, öğrenmenin de ötesinde, sonuçları ile anlamak, kavramak zorunda olduğumuz ülkemize, elbette bizi en çok etkileyenleri ile dünyayı izlemeye çabalarken nefes verecek bir tanesi ile bile yüzleşemiyoruz... En kötüsü de içimizi karartan en güncel, en yenileri ile taze haberlerimizin, yıllardır yüzleştiklerimizden içerikleri ile en küçük bir olumlu değişiklik içermemeleri. Yerler, kahramanları, mağdurları, ezenleri ezilenleri ile cephelere baktığımızda, sendikacıların ağzı ile “yöntem hep aynı yöntem” sonucuna ulaşıveriyoruz..

***

Bizim, çok ama çok uzun yıllardır, rahat bir soluk alamamış olmanın darboğazında, öfkeli, çaresiz olmamızın sonucu acısını, en çok gerçeğinde başarılı olmalarını istediklerimize kızmamız ne kadar doğalsa. Gerçeğinde bize bütün bu acıları yaşatanların da işlettikleri çarklarını artık işletemez noktalara düştüklerini de göremememiz de o kadar doğal. Umutlandığımız son seçimler öncesi, tek adam rejimi adına yapılan haksızlık, hukuksuzluklarda militanca rol üstlenen kilit icraatların başlarını çekenler seçim kampanyaları süreçlerinin her adımında pervasız haksız hukuksuz icraatların sorumluluklarında da başı çekmeyi seçtiler.

Var oluşlarını, güçlerini, gönüllü otoriterliğe bağlamış, haksızlık hukuksuzlukların, keyfe keder yasakların odağında olmak... Eylemlilikleri içinde seçim gecesine kadar sürdürdükten sonra, siyasete çekilmeleri ile dönemin çok çarpıcı ağır haksız, hukuksuz uygulamaları ile hesaplaşılmasını da bir tür boşluğa atmış oldular. Gerçekliğe bakarsak seçim öncesinin haksızlık, hukuksuzlukları ile hesaplaşma havada kaldı. Tek adam rejimi ile yola devam, kuşkusuz pek çok yanlışları olsa da seçim ittifakı cephesinin siyasi liderlerinin üstünde kaldı.

Genel kimlik eksikliğimiz kötü giden her iş, sonuç için suçu en kolay üzerlerine atabileceklerimize kızmak değil midir?

Sanki Saray, tek adam rejimi zafer mi kazandı? Zafer kazanmış olsa, kazanmanın keyfi, başarısı ile biraz olsun özgüvenli, daha olumlu bir siyasal çizgide, yürüyüşle, yola çıkması gerekmez miydi? Bu fren tutmaz öfke, intikam krizi neyin göstergesi? Yargı, hak hukuk işlemezliğinde eskisini mumla aratan yeni yeni icraatlar... Nokta konulamaz kin, öfkenin ürünü icraatlar... Saray, icraatlarıyla kendi bindiği dalları kesmiyor mu?

İlk Yorumu Siz Yapın

Gönder